Dinle ey atasını maymun sanan evrimci!
Devrim nedir, bilmeden olunur mu devrimci?
Devrimcilik, izm’lerden birini savunmak mı?
“Kahrolsun Amerika” diyerek avunmak mı?
Bu Albız kahrolsun da Rus’u mu sevsin kamu?
Diğer bütün izm’lerin yeri de Kızıl Tamu!
Emperyalizm’den yana Kapitalizm’in çarkı,
Komünizm’in Faşizm’den var mı zerrece farkı?
Devrimcilik, yabansı akımlara meyil mi?
Devrimcilik, esirken saray basmak değil mi?
Bana “Bozkurt Yürekli” Atsız Hocam yazmıştı;
Gökte ay parçalanmış, Tanrı Türk’e kızmıştı.
Daha önce Işbara, yol alırken amaca
Varmıştı ki yüz çeri yemyeşil bir yamaca
Gökten gelen bir tufan Göktürkleri üzmüştü;
Bir buyrukla “Kurt Kaya” ellerini çözmüştü.
Çünkü sorgulanmazdı buyruk Türk Türesi’nde,
Buyruğa uyulmuştu hem de tam süresinde.
Kurt Kaya’nın elleri zincirde bir halkaydı,
Ellerini çözünce on er boşluğa kaydı.
O buyruk, on çerinin kesin ölüm emriydi;
Yani Türk can verirken zannetme ki cimriydi.
Uçmağa varmak için sorulmasa da sebep;
Görklü Tanrı, Türklere neden kızmıştı acep?
Hiç düşündün mü bunu akıl yorup bir nebze?
Sen ki Türk yaratıldın... Sebze değildin sebze!
Tanrı, seni Acunda has yâveri seçmişti...
Hak ve hukuk gözeten dilâveri seçmişti...
Arap puta taparken tek Tanrıya tapardın!
O, sana kut bağışlar; Çin’e akın yapardın!
Çin’den ulca aparsan Çinli kınardı seni...
Tanrı da Çin kannışı ile sınardı seni...
Alınca çadırlara Çinlinin Zille’sini
Kağanların yemişti Tanrının sillesini.
Eğer liyâkatsizse seçtiğin Kağan-Yabgu,
Ölümler yağdırırdı ders olsun diye Tabgu.
Önce seni böldüler rahatça yutmak için,
Yola düzüldün tekrar yeni yurt tutmak için,
Türk Budunu içine birkaç çaşıt sızmasın...
Sızarsa, kabil mi hiç Tanrı Türk’e kızmasın?
Fitneydi çarpıştıran Yavuz’la İsmail’i,
Dökülen Türk kanının fesatlıktı fâili!
Söyle, Alevî-Sünnî ayrılığı ne diye?
Türklük, sana Tanrıdan som altın bir hediye...
“Türklük kaderim” derken Hoca Ahmet Yesevî;
Kavminden hoşnut idi, o oranda Bedevî.
Keza din tercih iken ırkın kaderdi... Kader!
Sıfırı milyonla çarp... Sıfır, kaç sıfır eder?
Bir düşün, Tanrı neden halk etmiş kavimleri?
Irkın ki... Şu Acunun aslî müdavimleri!
Niçin “ırkçılık” olsun ırkınla gurur duymak?
İnsanlar yaratılmış bilhassa Oymak Oymak...
Kandaşımız saymazsak Özbek, Kırgız, Tatar’ı
Gelir Türk Yurtlarına bir melânet katarı...
İşte bugün yeniden kızıyor bize Tanrı!
Sen de Ozan Ertay’a diyorsun “bunlar sanrı”
Kaç ozan ah ederken kaç tel koptu kopuzdan,
Haberin var mı senin gökten inen topuzdan?
Tanrı Türk’e kızınca gürüldüyor depremler,
Büyümüyor rahimde Kür Şad gibi yepremler!
Düğme olmadan ilik, yaka mı bitiştirir?
Artık at tavlaları Midilli yetiştirir!
Aygırın su aygırı... Kıskandırır camızı...
İçmeden esrik oldun iki çamçak kımızı!
Unuttuysan tarihe kaç uygarlık gömeni,
Bolivya dağlarında aranırsın Kömen’i.
Haberin bile yoksa Ulubatlı Hasan’dan,
Kahraman devşirirsin Che bayrağı(!) basandan.
Parkanın yakasında varsa serseri resmi,
Sende çağrışım yapmaz Osman Batur’un ismi.
Mao’nun kellesini sol göğsünde taşırsın,
Uygur-Sincan Türkleri istersin ki şaşırsın.
Hani nerde Kutluğ’un kaldırdığı gök tuğu?
Nerde Vey Irmağından göğe yükselen buğu?
Kenan’dan Kür Şad olmaz, o Babilli Baltazar!
Evren’de Brütüs mü yok ki ölmesin Sezar?
İkilik yüzündendir cebredenin cebiri;
Birlik olmayı bilsek, bilmezdi it kibiri.
İçindeyiz işte bak, can satılan pazarın!
Kimindi, kimin oldu Aral ile Hazar’ın?
Seciyesiz Sultanlar kazdırırken kuyunu,
Hangi bulutlar emdi Sakarya’nın suyunu?
Sen dayanamaz iken dört saatlik ayaza
Sarıkamış’ta matem, boyanmıştı beyaza!
Azerbaycan Türküne bir defa ağladın mı?
Kerkük’ün ateşiyle yaranı dağladın mı?
Hangi türküyle andın Sivastopol-Kırım’ı?
Hangi kalyonda gördün ibrişimi, sırımı?
Bakıp neden çırpındı Karadeniz Bayrağa?
Kaç kale inşa ettin şekil verip kayrağa?
Oynadın mı hayatla ölüm-kalım oyunu?
Soyu meçhûl soysuzlar bilir mi hiç Boyu’nu?
Cadde-sokak ismi mi Buğdüz, Bayındır, Kınık?
Mete’nin torununa Avrupa dahi tanık...
Soyut sandığın şeyler aslında çok somutlar...
Nerde bize ölmeyi buyuran o komutlar?
Nerde “Elli Yedinci Alay”ın mangaları?
Hangi kurganda gizli Oğuz’un tamgaları?
Çıkar mı bir Atatürk pejmurde bir ceninden?
Kurduğun her cümlede bahsedersin Lenin’den.
Övünmezsen ırkının Cihangir Timur’uyla
Ağzını çalkalarsın bataklık çamuruyla...
Yürek, mumbara benzer kana bok karıştıysa;
Sebep yine fitneydi, iki Türk vuruştuysa!
Belki Türk doğdun amma asla Türk olamadın!
Tarihinde kendine idol mü bulamadın?
Pankartlara basacak Yıldırım’ın mı yoktu?
Birlikte yürünecek kaldırımın mı yoktu?
Bozkurtça ulumayı becerdi mi genizin?
Kurdu ve Pirî miydi Reis’lerin denizin?
Duyduysan es kazara Çaka Bey’i, Umur’u
Sanmışsındır yüzde yüz onları su samuru.
Vatikan’a sıcak bak, ulu san Ceneviz’i!
Çürük fındık değilken hor gör çetin cevizi!
Preveze’ye üzül, sevin İnebahtı’yla!
Çenen geviş getirsin Kanuni’nin tahtıyla!
Ruhunu taşısaydın fethedenin, Rodos’u
Kremlin andırırdı muhakkak Knidos’u...
Uluğ Bey de kim ola? Varsa yoksa Stalin...
Fakat o paçavradan tiksinmez mi naftalin?
Aklında biteviye ırzı kırık bir put var!
Bizde silkelenecek Gürcü gibi çok dut var!
Gerçek kahramanlara reva görüp buğuzu,
Araştırdın mı söyle bir kere Gökoğuz’u?
Hiçbir bilgin olmaz da Kuman’dan, Peçenekten
Anlarsın “Bubi” denen kahpece düzenekten.
Adını taşırsın da bilmezsin kim, Attila?
Haberin yok, Hun için Turan’dır hâlâ sıla!
Nüfus kütüklerinde isim bilip Turan’ı
Cengâver bellemişsin Türk’ü sırttan vuranı.
Ne Enver’i tanırsın ne de Çakmak Paşayı,
Mangalıma sokarsın Ermeni bir maşayı.
Sorsam nedir bilmezsin ne çıkrık ne de tokuç,
Bildiğin çift gereç var... Bir orakla bir çekiç.
Örsün kılıç görmemiş, körük yok ciğerinde;
Özünü inkâr eden aklın hep diğerinde.
Ya Engels’ten ya Marx’tan lügatler parçalarsın,
Gaspıralı ruhunu ruhsuzca hırpalarsın...
Hiç Ömer Seyfettin’ten öyküler okudun mu?
Irkın için, samimi beş beyit dokudun mu?
Öğrenme Tonyukuk’u, Bilge Kağan’ı duyma!
Ve “Kutadgu Bilig”i kutlu bilgiden sayma!
Bir “Vişne Bahçesi”ne dikip ayva heykeli
Yine “Vanya Dayı”nın gölü zannet Baykal’ı!
Sovyetler de çökecek her şeye kâdir zaman...
Türk’ün set ördürdüğü ödlek Çin mi kahraman?
Andolsun ki gözümde tıpkı Pandasın Panda!
Türk kanı taşısan da sana diyemem “Anda”
Çünkü aslını bilmez neslin gibi mankurtsun!
Çürümüş yüreğinle armut kurduna yurtsun!
“Kızıl Elma” ararsın muşmula nüvesinde,
Sana göre sanat da Katedral sövesinde.
Selçuklu konisine “eşkenar dörtgen” dersin,
Perde inmiş gözüne “rasatlık röntgen” dersin.
Kuşçu Ali’yi bilmez, Semerkant’ı görmezsin;
Kubbelere “yamuk” der, düz bir duvar örmezsin.
Moskova tek hayâlin, uzaktır Yesi sana...
Fersah fersah yabancı Ceyhun’un sesi sana...
Sen bir kayık düşlerken Dinyeper’de, Volga’da
Fatih için gemiydi miğferi de, tolga da...
Yunan fesi seversin, kalpağa burun büküp
Alparslan’lık taslarsın kedi iken süt döküp
Kâkülünü örtersen Castro’nun beresiyle
Gülsün sana Atanın börkleri neresiyle?
Şimdi sen de fütursuz bir ifadeyle sırıt!
Git Rus balesi seyret, sana zevk vermez cirit!
Tar senin nene gerek balalayka var iken?
Sen ektin dil bahçeme diken üstüne diken...
Tezenem Kurultayda, sazım Divanda kaldı!
Senin de sersem aklın Korkunç İvan’da kaldı!
Kültüründen kopanı tarih mutlaka kınar...
Kimin yazdığı destan acaba Dumlupınar?
Duvarlara slogan yazmak yiğitlik midir?
Filistin’de kamp kurmak asrî Seyit’lik midir?
Sen Seyit Onbaşının tırnağı eder misin?
Yemen’den Kars’a kadar çedikle gider misin?
Senin için destansa “Kızıldere” ahırı...
İdrak etmen mümkün mü gökten gelen kahırı?
Bak biz hiç bahsettik mi Kılıçkıran Ruhi’den?
Nasıl kıydınız nasıl Önkuzu’ma sahiden?
Özmen’i mi kahpe Rus uğruna mı vurdunuz?
İmamoğlu’ma infaz için pusu kurdunuz...
Kaç kuruş çıktı onun cebinden bil bakalım?
Bilmezsin ya... Bilirsen, madalya mı takalım?
Siz asker kurşunlayıp bankaları soydunuz,
İhtilâli de “meşru” bir kılıfa koydunuz.
Diline sakız etme bu nedenle Mahir’i...
Deniz’iniz bilseydi keşke Seddülbahir’i...
Kılavuz olan “Nutuk” raflara kaldırıldı;
Leş fikir, lezzet diye kazana daldırıldı.
Süpürge otlarının sen tattın mı tadını?
Duydun mu “Çanakkale” isimli miladını?
Kür Şad’ın kutlu tini canlanmıştı orada;
Sonra devrim, ermişti Ankara’da murada...
Öyle inkilaplar ki yapıldı harfle bile,
İşte o harfler ile bu Ozan geldi dile.
O harfler olmasaydı şu şiir yazılmazdı,
Atatürk’ü anlasak içmeden sızılmazdı.
“Komün ile anılan izm’i ezin” demişti
“Rus’tan Türk’e dost olmaz, bunu sezin” demişti
Onun gösterdiği yol senin canını sıksın...
Ben yolundan dönersem gök girsin kızıl çıksın!
Ozan Ertay
Ankara, 22-26 Aralık 1980
Kültür Mantarları (1986)
Albız: Şeytan
Anda: Kankardeş
Aparmak: Koparmak, söküp almak
Budun: Millet, halk
Çamçak: Bardak, kâse, testi
Çaşıt: Casus
Çedik: Çarık benzeri bir ayakkabı
Dilâver: Cesaretli, mert
Esrik: Sarhoş
Kalyon: Yelkenli ve kürekli büyük savaş gemisi
Kannış: Cilve
Knidos: Knidos Harabeleri ören yeri (Datça)
Kömen: Düş, hayâl (Hayâl Ülkesi Anlamında)
Midilli: Eşek boyunda küçük at cinsi
Otağ: Kağan çadırı.
Oymak: Dil ve Kültür türdeşi topluluk
Sırım: Sicim kalınlığında ip türevli esnek deri
Tabgu: Tanrı (Tapınılan)
Tamu: Cehennem
Tengri: Tanrı
Ulca: Ganimet
Vanya Dayı: Anton Çehov’un yazdığı oyun
Vişne Bahçesi: Anton Çehov’un yazdığı oyun
Yabgu: Kağan anlamında daha eski bir unvan
Yeprem: Becerikli
Zille: Bir böcek türü